Bir seramik ustasının ellerinden çıkan narin bir çay bardağı gibi, insan ilişkileri de hassastır. Ve bazen, o narin bardak elimizden kayar, düşer ve kırılır. Bazen yamalarız, bazen atarız. Ama bir kere kırıldı mı, o çatlakların izi kalır. İşte “onarılmaz kırılma” dediğimiz şey tam olarak budur: İzler silinse de aslında hep oradadır.
Hepimiz hayatımızda bir kere olsun böyle bir kırılmayı yaşamışızdır. Hadi bir düşünün. Belki bir dostunuz, derin bir sırrınızı herkese anlatmıştır. Belki sevdiğiniz biri, güveninizi yerle bir eden bir ihanetle sizi baş başa bırakmıştır. Belki de bir söz, öyle bir acıtır ki o sözün yankısı kalbinizin duvarlarından hiç eksilmez.
Bunlar, telafi edilemeyecek gibi görünür. “Onarılmaz” dediğimiz anda, aslında kendimizden de vazgeçiyoruz belki. Ama ya tam tersiyse? Ya bu kırılmalar, kendimize dönmenin, yeni bir şeyler inşa etmenin başlangıcıysa?
Japonların “kintsugi” diye bir sanatı vardır. Kırılan objeleri altınla doldurarak birleştirirler. Çatlakların altınla parlaması, objeyi daha da özel ve güzel yapar. İşte hayat da bize böyle fırsatlar sunuyor. Kırılıyoruz, acı çekiyoruz ama o çatlaklar bizi biz yapan hikayelere dönüşüyor. Belki o dosttan öğrendiğimiz ders, ileride daha sağlıklı ilişkiler kurmamıza sebep olacak. Belki o ihanetten sonra kim olduğumuzu çok daha iyi anlayacağız.
Bir pazar sabahı, sıcak kahvenizi yudumlarken şu soruyu sorun kendinize: “Gerçekten onarılmaz mı?” Belki evet, belki hayır. Ama şundan emin olun: O kırılma, size bir şey öğretti. Belki sevginin ne kadar kıymetli olduğunu, belki de “hayır” demeyi öğrenmenin gücünü.
Hayatta her kayıp, her çatlak bir son değil, bazen bir dönüşümün ta kendisidir. Çay bardaklarınızı, dostluklarınızı ve kendinizi kintsugi gibi görün. Altınla değil, belki sevgiyle, anlayışla, bazen de yalnızca kabullenişle doldurun o çatlakları. Çünkü çatlaklar da hayatın bir parçasıdır ve onların hikayesi vardır.